Ekonomideki kötü gidişin nedeni ‘dış müdahale' mi yanlış politikalar mı?

Ekonomideki kötü gidişin nedeni ‘dış müdahale' mi yanlış politikalar mı?

Türkiye ekonomisindeki kötü gidişin nedeni ‘dış müdahale' mi yanlış politikalar mı?

A+A-

Türk Lirası'nın dolar karşısındaki değer kaybının arkasındaki olası sebepler ile krizin çözümüne yönelik olası çözüm önerilerini, BM Kalkınma Programı eski Müdürü ve ekonomist Bartu Soral ve eski Fed Araştırma Grubu Direktörü Erkin Şahinöz ve Türkiye gazetesi yazarı Necmettin Batırel, Sputnik'e anlattı.

Türkiye'de 24 Haziran'da gerçekleşecek olan erken genel seçim ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerine 1 ay gibi kısa bir süre kala Türk Lirası'nın Amerikan doları karşısındaki rekor hızdaki değer kaybı, ülkenin 2001 yılında içinden geçtiği ekonomik krize benzer bir kriz yaşayacağı yönündeki söylemleri de beraberinde getirdi. Dolar-TL kuru öyle bir hal aldı ki, Çarşamba günü Amerikan doları, Türk Lirası karşısında 4.92 seviyesini görerek rekor tazeledi. Hatta gelişmeler üzerine Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, faiz artırma kararı alarak (TCMB) Para Politikası Kurulu (PPK) geç likidite penceresini yüzde 13.5'den yüzde 16.5'ye yükseltti.
Kur yükselişiyle tezahür eden bu durum uzmanları, hem sorunun nedenleri de hem çözümü noktasında karşı karşıya getirdi. Bir görüş, Türkiye ekonomisinin yanlış politikalar sebebiyle dış müdahalelere açık duruma geldiğini savunurken; bir diğer görüş doların bu tırmanışının tamamen spekülatif bir hareketlenmeden ibaret olduğunu savunuyor. Ekonomiye yönelik çözüm konusunda da uzmanlar arasında derin görüş ayrılıkları var. Bir görüş, sanayi ve tarımsal üretim planlamaları gibi orta vadeli çözüm önerilerinin hayata geçirilmesi gerektiğini dile getirirken; bir diğer görüşe göreyse öncelikli çözüm, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası'nın (TCMB) ivedilikle faiz artırmasından geçiyor. Üçüncü bir perspektife göre ise, 24 Haziran seçimlerinin gerçekleşmesi başlı başına "Türkiye'yi dolar silahıyla tehdit edenlerin oyununu bozmaya" yetecek. Türk Lirası'ndaki değer kaybının arkasındaki olası sebepler ile krizin çözümüne yönelik önerileri Birleşmiş Milletler (BM) Kalkınma Programı eski Müdürü ve Ekonomist Bartu Soral ve Fed Eski Araştırma Grubu Direktörü Erkin Şahinöz ve Türkiye gazetesi yazarı Necmettin Batırel, Sputnik'e değerlendirdi.

Batırel'e göre, kurdaki bu rekor hızdaki artışın, yanlış politikalarla "zerre kadar" alakası yok ve bu durum tamamen spekülatif hareketlere bağlı. Batırel "Dikkat edecek olursanız, kredi kuruluşları ellerindeki tüm kredi silahlarını Türkiye'ye çevirdiler. Ancak 2 kredi derecelendirme kuruluşunun Türkiye'ye verdiği not bile birbirini tutmuyor. Standard & Poor's, Türkiye'ye yatırım yapılabilir seviyenin 3 kademe altında not verirken, Moody's bu seviyenin 2 kademe altı, Fitch ise 1 kademe altında not verdi. Bu kuruluşların sürekli siyasi içerikli raporlar yayınlandığına da dikkat çekmek lazım. 24 Haziran'dan sonra Türkiye'deki mevcut Cumhurbaşkanlığı sisteminde, Merkez Bankası'nın bağımsızlığı giderek azalacağını söylüyorlar. Diğer taraftan, Deutsche Bank, Commerzbank, Jpmorgan, Morgan Stanley, Goldman Sachs gibi dev bankalar, hep Türk Lirası'nın önümüzdeki dönemde sürekli değer kaybedeceğine işaret eden raporlar yayınlanıyor. Özetle, 15 Temmuz'un ekonomik darbesi gerçekleştirilmek isteniyor. Diğer gelişen ülkelerin para birimlerine bakıyorum. Onların değer kayıpları oldukça sınırlıyken, Türk lirasında aşırı bir değer kaybı var. Sadece bir gün içerisinde Türk lirası yüzde 5 değer kaybı yaşıyor. Bu olacak bir şey değil" ifadelerini kullandı.

Amacın Türkiye ekonomisinin büyümesini baltalamak olduğunu savunan Batırel "Sanayi üretimi artıyor, reel sektörün kısa vadede döviz ödeme yükümlülüğü yok. Diğer taraftan daha dün Dünya Bankası, Türkiye'nin proje bazlı 600 milyon dolarlık kredi talebini onayladı. Yine dün Rus Sberbank'ın hakim ortak olduğu DenizBank'ı, Emirates gibi Körfez ülkelerinin dünya çapında en ünlü bankalarından birisi satın aldı. Yani eğer anormal bir tablo olmuş olsaydı böyle bir gelişme olur muydu? Yapılanlar tamamen spekülatif hareketler. Türkiye'yi tuzağa düşürmek ve yatırımcıları ürkütmek istiyorlar. Yapılmak istenen bir başka şey daha var. O da Merkez Bankası'nı sürekli faiz artırmaya zorlamak. Merkez Bankası'nın faiz oranını yüzde 20'lere kadar yükseltip Türkiye ekonomisinin büyümesini engellemeye çalışıyorlar" dedi.

Hükümetin ekonomi alanında gerekli önlemleri aldığını söyleyen Batırel "Hükümet, bir taraftan akaryakıttaki zamlara karşı ÖTV indirimini gerçekleştirdi. Diğer taraftan, döviz geliri olmayan KOBİ'lerin dövizle borçlanması yasaklandı. Reel sektör zaten sigorta mekanizmasıyla kendini korumaya aldı. Bu tabloya göre en büyük sıkıntı ara mal ithalatında olacak. Ama Türk Lirası, dolar bazında ucuzladığı için, ihracatçı firmalar ithal ettikleri ara malların maliyetini, ihraç ettikleri malların üzerine zam yaparak kapatacaklar. Türk lirasının yurt dışındaki cazibesi arttığı için biraz zammın da makul karşılanacağını öngörüyorum" ifadelerini kullandı.

Batırel "Bu saatten sonra (dolar) 5 olmuş, 5.5 olmuş veya 6 olmuş; çok da önemi yok. İnsanlar, oynanan oyunu ve bu oyunu oynayanları çok net görüyor" dedi ve şöyle devam etti:

"Yabancı yatırımcıların 65-70 milyar dolarlık menkul kıymetleri var. Hatta yabancı yatırımcı şimdi yüksek fiyattan bozdurup hisse senedi alıyor. Hem dolar zirveye çıkmış, hem hisse senetleri ve tahviller ucuzlamış. Böyle bir fırsatı niye kaçırsınlar? Görünen (olumsuz) manzara ise bir bulut. Türk halkı, seçim öncesi oynanan oyunun farkında. Türk ekonomisini krize sokmak için seçimleri akamete uğratmak istiyorlar. Yabancı yatırımcılar seçimden çıkacak sonucu gördüler. Denizbank'ın satışı bile başlı başına bunu gösteriyor. Eğer bir kriz yaşanacak olsa, yabancı yatırımcı neden bir bankaya bu kadar çok para yatırsın."

Türkiye'ye karşı 'dolar silahının' kullanıldığını söyleyen Batırel "Türkiye Cumhurbaşkanlığı-hükümet sistemine geçecek. Muhalefet TBMM'de çoğunluğu sağlayamayacak. Yabancı yatırımcı da bunu görünce, artık bütün silahlarını gömecek ve 5 yıl boyunca bu yönetimle çalışmak zorunda kalacak. O zaman bu yaptıkları yorumları bir kenara bırakmak zorunda kalacaklar. Dolar ve akaryakıt fiyatları düşecek, Türkiye'ye yeni yatırımlar yapılacak. Belirsizlik ortadan kalktıktan sonra refah dönemi başlayacak. Zira ellerinde FETÖ, terör ve benzeri hiç bir silah kalmadı. Bir tek bu dolar silahı kalmıştı ki onunla da Türkiye'yi yıkmaları zor" diye ekledi.

Eski Fed Araştırma Grubu Direktörü Erkin Şahinöz'e göreyse tablo, Batırel'in çizdiğinden oldukça farklı. Zira Şahinöz, Türk ekonomisinin geldiği bu noktanın, hem dış müdahaleler hem de yanlış politikaların sonucu olduğunu savunuyor. Türkiye ekonomisindeki temel göstergelerin bir çoğunda bozulma olduğunu söyleyen Şahinöz şöyle yorum yapıyor:

"Bu bahsettiğim bozulmaların birkaç tanesini sıralayayım. Bir kere, bankacılık sistemimizdeki kredi/mevduat oranı, TL kredilerde yüzde 140'ın üzerinde. Topladığı mevduattan daha fazla kredi açan bir bankacılık sistemimiz var. Ancak önemli bir nokta var. O da bahsettiğim bu farkı bankaların sendikasyon kredisi gibi başka kaynaklardan kapatması. Ve bu farkın kapatılması için Türkiye'de sendikasyon kredisi gibi kredileri yurt dışından, özellikle de Avrupa bankalarından temin edilen kredilere başvuruluyor. Almanya'yla ilişkilerimizdeki gerginlikler de önümüzdeki dönemde bir kaynak sıkıntısına yol açabilir. Son olarak devreye sokulan 35 milyar liralık Kredi Garanti Fonu'ndan (KGF) çok daha güçlü ve büyük bir fonu devreye sokmak içinse bankacılık sistemimizde yeterli büyüklükte kaynak yok."

Enflasyon dinamiklerinde bozulmalar olduğunu ve enflasyon oranlarının çift haneli seyrettiğini savunan Şahinöz "Enflasyon tarafında dinamiklerin bozulması sebebiyle ortaya çıkan çift haneli enflasyon da önemli bir değişken. Kurdaki her yüzde 10'luk yükselişin, ek 1 puan getirdiğini biliyoruz. Tarımın üç temel girdisi var. Tohum, gübre ve benzin. Bu üç temel girdi büyük ölçüde ithal ediliyor. Dolayısıyla kur yukarı gittikçe, ithal ettiğimiz tohum, gübre ve mazot gibi girdilerin maliyetleri artıyor. Sonuç olarak bu da nihai ürünlere yansıyor, yani enflasyon olarak geri dönüyor. Yetmiyor, Türkiye yaptığı 100 birim ihracat yaparken, bunun önemli bir kısmını da ithal ediyor. İthal ettiği malları kullanarak ihracat yapıyor. İhracat yaptığımıza göre de, ithal etmek zorundayız. İthal ettiğimiz ürünleri dolarla ve euroyla almak zorundayız. Kur yukarı gittikçe de sanayicinin girdi maliyeti artıyor. Bu da nihai ürün fiyatlarına yansıyor. Yani kur da bir yandan enflasyonu etkiliyor" dedi.

Türk insanı için en önemli ekonomik göstergenin "dolar-TL kuru" olduğuna işaret Erkinöz "Türk insanı için en önemli ekonomik gösterge dolar-TL kuru. Türkiye'de vatandaşımız için dolar-TL kuru adeta güven barometresi. Bakıyor, kur yukarı gittikçe bir şeylerin kötü gittiği çıkarımını yapıyor. Ve buna bağlı olarak tüketim ve yatırımını yavaşlatıyor. Bunun yukarı gitmesi, her şeyden bağımsız olarak ekonomiyi negatif etkiliyor. Bu kur yükselişi ekonomiyi sadece enflasyon üzerinden değil aynı zamanda yarattığı olumsuz beklentiler üzerinden de etkiliyor. Ama en önemlisi reel sektörün taşıdığı net döviz borcu. Net döviz borcuyla neyi kastettiğimiz açıklayayım. Firmalarımız döviz cinsi üzerinden borcu ve alacakları var. Karşımıza 220 milyar dolarlık bir dev net borç çıkıyor. Kur her yukarı gittiğinde bu borcun TL karşılığı dramatik şekilde yükseliyor. Şubat ayında 3.73'lerde olan dolar-TL kuru, bugün 4.80'lerde. O aradaki farkın 200 milyar TL üzerinde kur farkı zararı yaratıyor. Bu zararlar arttıkça, firmalar karları düştükçe işten çıkarmalara bile başvurabilir. Yani bu yaşanan kur şoku, önümüzdeki dönemde Türkiye ekonomisinde bırakın duraklamayı, daralmaya sebep olabilecektir. Bunun da ilk emarelerini gördük" dedi.

Şahinöz "Vatandaşın bankacılık sisteminde yaklaşık 90-100 milyar dolar yaklaşık dövizi var. Bunları satmıyorlar. Satsalar belki kurda düşüş gerçekleşebilir ancak bu onların kendi tercihi. Ancak önemli bir bilgi var. Vatandaş kurun çok yüksek olduğu bu dönemde bile döviz satmıyor oluşu, dövizin daha da artacağına yönelik inanışa işaret ediyor. 4,90'dan döviz alacağını söyleyen bile var. Bu da o kişiler dövizin 5'in de üstüne çıkacağına inandığını gösteriyor. Yani Türkiye'de faiz artışı kadar huzur artışı da son derece önemli. Bu huzuru sağlayabilirsek, kurda da düşüş yaşanabilir. Sosyolojik gerilimi azaltmak, finans dışı çözümler de şart" diye ekledi.

‘MERKEZ BANKASI KURU DURDURMAK İÇİN DÖVİZ ARTIRMALI'

Kur şokunun durdurulması için TCMB'nin faiz artırma yoluna gitmesinin kaçınılmaz olduğunu savunan Şahinöz "Eğer Merkez Bankası bu kuru durduramazsa, belli bir düzeyde istikrara kavuşturamazsa, ki bu bana göre 4.30 ve altı, Türkiye ekonomisi bu kur şokundan dolayı daralma sürecine gidecektir. Merkez Bankası'nın bunu yapabilmesi için, mevcut faiz oranını yüzde 17'lere çekmesi lazım. Bankalar, piyasaya yüzde 17 civarında faizle para satabilecekken, bunu düşük faizle neden TCMB'ye satsın? Haliyle, o döviz-swap mekanizması da çalışmıyor. Elbette bu ülkede faizin yükselmesini hiç kimse istemez. Bu ne bankaların işine gelir ne de vatandaşın ne firmaların ne de devletin işine geliyor. Borcu olan kesim faiz artışı istemez. Ama şartlar bunu gerektiriyor. Hatta faizin şu an yüzde 17'ye çekilmesi bile yeterli bir çözüm olmayacaktır. Çünkü Merkez Bankası geç kaldı. Ve daha fazla geç kaldıkça da; tedbirlerin daha büyük olması gerekliliği doğuyor. Şu an tanıklık ettiğimiz durum, geç tedbirin güç tedbir oluşu" ifadelerini kullandı.

Şahinöz "Döviz kurunun bu denli artmasında derecelendirme kuruluşlarının da önemli rolü olduğuna işaret etti:

"Son haftalarda iki kredi derecelendirme kuruluşu notumuzu indirdi. Bunlardan biri Moody's; diğeri de S&P. Özellikle S&P'ye değinmek önemli çünkü S&P'nin raporunda önemli bir kısım var. Bu kısım maalesef çok konuşulmadı ancak S&P, raporunda Türkiye'yi açık açık tehdit ediyor; Amerika'nın bir yada kamu bankaları da dahil birkaç bankamıza ceza verebileceğinden dem vuruyor, bankacılık dışındaki firmalarımıza ceza verme potansiyelinden bahsediyor. Raporda Türkiye'nin S-400 alımına kadar karışılmış. Halbuki normal şartlarda, bir derecelendirme kuruluşunun, bir ülkenin yaptığı askeri alımlara karışmıyor olması gerekiyor. Ama S&P olayı aşmış. Türkiye'nin Amerika'yla olan ilişkilerindeki gerginliği Türkiye'deki finansal piyasalar açısından tehlikeli olabileceğini söylüyor. Haliyle, bir derecelendirme kuruluşunun ekonominin büyümesiyle işsizlik vs gibi göstergelerle ilgilenmesi gerekiyorken; Türkiye''nin yaptığı askeri yatırımları ele almak ve oradan yola çıkıp başka çıkarımlar yapmak ve öyle bir ceza gelebileceğini rapora eklemek çok ciddi bir durum. Böyle bir raporun emsalini bulmak pek zor olur. Ancak bu derecelendirme kuruluşları, sonuç olarak Amerika'nın etkisi altında ve Amerika'yla uluslararası politikada yaşadığımız gerginlikler bu derecelendirme kuruluşlarının satırlarına net bir şekilde yansıdığı ortada. Bu haberin ortaya çıkmasından sonra dolarda hareketlilik başladı. Bu hareket, Merkez Bankası'nın bağımsızlığıyla ilgili bir takım endişelerle de birleşince ve üstüne Fitch de sonra da bir başka derecelendirme kuruluşunun raporu yayınlandı. Bir yandan bunlar olurken, dolar 4,90'ların üstüne kadar çıktı."

‘BUGÜNKÜ TABLOYU, 15 YILLIK DIŞ BORÇLANMA VE TEK YATIRIMIN İNŞAAT OLMASINA BORÇLUYUZ'

Birleşmiş Milletler (BM) Kalkınma Programı eski Müdürü ve Ekonomist Bartu Soral ise Türk lirasının değer kaybıyla tezahür eden bu endişe verici tabloyu, Türkiye'nin son 15 yıllık ekonomi politikalarına bağlıyor. "Türkiye ekonomisindeki bozulmanın nedeni dış müdahale mi yanlış politikalar mı?" sorusunu Soral "Bu soruya kısaca, uygulanan yanlış politikalar sonucu Türkiye dış müdahalelere açık duruma geldiğini söyleyerek yanıt verebilirim. Yani öncelikle biz sayısız yanlış ekonomi politikasıyla kendimizi dışarıya bağımlı duruma getirdik. 2015 yılı Şubat ayında ‘Tünelin Sonu Kriz' kitabında bütün bunların sebeplerini ve çözüm yollarını anlatmış ve planlı kalkınmadan başka bir çözüm yolu olmadığını belirtmiştim. Planlı kalkınmayı uygulamayan, dışarıdan gelen finansmanı ithalat, tüketim ve sadece inşaat, yol, köprüye yönlendiren, sanayisini geliştirmeyen, teknolojide ilerleme sağlamayan her ülkenin eninde sonunda ödemek zorunda kaldığı bedeli ödüyoruz. Yani hem 15 yıl dışarıdan borçlan, onu tüketime ve ithalata harca, yatırım olarak da sadece köprü yol inşaat yap, hem de suçu sisteme at. Yok öyle" diye yanıtlıyor.

TÜRKİYE, 2001 BENZERİ BİR KRİZİN EŞİĞİNDE Mİ?

2001 yılının Şubat ayında zirvesi yaşanan ekonomik krize benzer bir krizin kapıda olduğu şeklindeki değerlendirmelerin hatırlatılması üzerine Soral "Şimdi diyorlar ki ekonomi 2001 yılındaki kriz gibi bir kriz mi yaşayacak? Maalesef 2001 ile bugünü karşılaştırınca durum çok daha kötü çünkü bugün 2001'den farklı olarak çok daha büyük bir borç yükü var" dedi.

2001 ile bugünü ‘O zaman hane halkı 5 milyar TL borçluydu, bugün yaklaşık 490 milyar TL borçlu' diyerek karşılaştıran Soral "Türkiye'de bankacılık sistemi de reel sektör de hane halkı da aşırı borçlu. Bu sefer 2001 krizinden çok daha farklı bir durumla karşı karşıyayız. 2001 krizinde hane halkı 5 milyar TL borçluydu, bugün yaklaşık 490 milyar TL borçlu. O zaman harcanabilir 100 liralık gelirinin 3.5 lirasını borçluydu, şimdi 55 lirasını borçlu. Bu borcun yarısı tüketici kredisi ve kredi kartı borcu. Ve dar gelirliler yani gelirlerini ilk önce kaybedecek kesim en borçlu kesim olarak öne çıkıyor" diye konuştu.

‘DOLAR YÜKÜ KALDIRILAMAZ NOKTADA'

Reel sektörün kredi borcu da 2001 krizinden çok farklı olduğunun altını çizen Soral "2002'de 41.5 milyar TL olan ve bankalardan alınan ticari kredi borcu bugün 1 trilyon 600 milyar TL'ye yükseldi. Ayrıca reel sektör için bir döviz riski var. Reel sektör döviz pozisyonu 223 milyar dolara ulaştı. Doların her yükselişinde, reel sektöre bilançolarında kambiyo zararı artıyor. Büyük şirketler dahil olmak üzere pek çok firma için dolar yükü kaldırılamaz noktada. İflaslar çok yakın görünüyor" ifadelerini kullandı.

Bankaların krediye aşırı yüklendiğini ve kredi geri ödemelerinde de ciddi bir yavaşlama olduğunun altını çizen Soral "Bankacılık kesimi için güçlü deniyor ama bu gerçeği pek yansıtmıyor. Bankalar krediye aşırı yüklendi ve tıkanma arttıkça kredi geri ödemeleri yavaşlıyor. Bankaların dış borcu 1989 yılında yaklaşık 10 milyar dolardı. 2002'de 20 milyar dolar oldu. Yani AKP öncesi 14 yıllık süreçte bankalar dışarıdan 10 milyar dolar borçlandı. Bugün bankaların dış borcu 195 milyar dolar. Yani bankalar, AKP döneminde yurt dışından yaklaşık 175 milyar dolar borçlanmışlar. Sorunlu kredilerin bankaların ödenmiş sermayelerine oranı 2012'de bire birdi. Bugün bankacılıkta sorunlu kredilerin toplam miktarı ödenmiş sermayelerinin 2.13 katına ulaştı. Rakamsal olarak 2012 yılında toplam sorunlu kredi 55 milyar TL'ydi 2017 sonunda 181 milyar TL'ye ulaştı. Sorunlu kredilerin bankacılık kesimi öz kaynaklarına oranı 2012 yılında yüzde 30'du 2017 sonunda yüzde 50'ye ulaştı" dedi.

Soral "Bu borçlanmanın nereye harcandığını dış ticaret verileri ortaya koyuyor; AKP öncesi 14 yılda, yani 1989-2002 arasında Türkiye toplam 189 milyar dolar dış ticaret açığı verdi. Yıllık ortalaması 13.5 milyar dolar. AKP dönemi, 2003-2017 arasında ise 983 milyar dolarlık dış ticaret açığı oluştu. Yıllık ortalaması 70.2 milyar dolar. Aradaki farka bakar mısınız? Demek ki biz son 14 yılda ne yapmışız? Dış borç alarak, dışarının malını satın almışız. Kendimiz, bırakın üretimi arttırmayı, mevcut üretim kapasitemizi de bitirmişiz. Sadece inşaata, yola, köprüye yatırım yapmışız. Teknoloji ve sanayiyi bir kenara koyuyorum, tarım ürünlerini bile ithal eder duruma geldik" dedi ve şöyle devam etti:

"Uluslararası ekonomi dünyası 15 yıldır sürdürdüğümüz, yurt dışından borçlan, yurt dışından satın al, tüket formülünün sonuna gelindiğini görüyor. AKP, 15 yıldır ne yaptıysa aynısını yapacağı için artık kredi bulamaz duruma doğru hızla gidiyoruz. Ancak muhalefet partilerinde de ciddi bir planlama çalışması olmadığını görüyoruz. Zaten ortada kalkınma konuşan, planlama konuşan yok. Hepsi sorunu tespit ediyor ama çözüm nedir deyince hamasetten öte bir söz duyamıyoruz."

EKONOMİNİN BU GİDİŞATININ DURDURMANIN YOLU NEDİR?

Peki, ekonominin bu gidişatına ‘dur' diyecek çözüm önerisi nedir? Soral bu soruyu şöyle yanıtlıyor:

"Şimdi yapılacaklar belli. Ortada yönetmek zorunda olduğumuz bir borç yükü var. Bir uzlaşma ile bu yükü krize dönüştürmeden yöneteceğiz. Bankaların da kredi tahsilatında sorun var. Ne bankaları batırabiliriz, ne şirketleri. Hane halkının da borcu için belli uzlaşılara gidilecek. Kamu maliyesini de rahatlatmak için kapsamlı bir vergi reformu süratle gündeme alınacak. İlk tedbirler bunlar. İkinci konu ekonomide ciddi yapısal reformları planlanmalı. Nedir bunlar? Öncelikli olarak görece üstünlüğümüz olan tarımsal üretim tekrar planlanmalı. Çiftçi üretecek. Girdi ve mazot desteği olacak. Satışı, finansal desteği ve teknolojik yardımı devletten gelecek. Yani kamu tarım piyasasını denetleyecek ve düzenleyecek. Çiftçi ürettiğinden para kazanacak. Tekrar üretime dönecek. Sadece üretimle ilgilenecek. Toprak ve bölgesel verimlilik haritası çıkartılacak. Yani hangi iklimde, hangi bölgede, hangi ürün ekilirse verimlilik yüksek, hasat fazla oluyor; bu ürünler hangi pazarlara satılacak, oraya nasıl ulaşacak? Yüksek üretimin yanına hangi tarım sanayi fabrikası kurulabilir, ürün hangi pazarlara satılır? Çözüm, bu soruların doğru şekilde yanıtlanmasından geçiyor."

Türkiye'nin tarımdaki dış ticaret açığının da trajik seviyelere çıktığının altını çizen Soral "Türkiye 780 bin km kare toprağıyla tarımda yılda 7 milyar dolar dış ticaret açığı veriyor. Hollanda bizim onda birimiz toprağı yok ama tarımda yıllık dış ticaret fazlası 40 milyar euroyu geçti. Uluslararası araştırmalar toprak sahipliğinin verimlilik artışında ilk faktör olduğunu ortaya koyuyor. Buna da bir düzenleme getirmemiz gerekiyor" dedi.

‘SANAYİ PLANLAMASI ŞART'

Bir diğer önemli konunun da sanayi planlaması olduğunu söyleyen Soral "Ara malını ithal ediyoruz, bunu yurt içine taşımamız lazım. 2002 öncesi ürettiğimiz ürünler tekrar ülke içinde üretilmeli. Bu aklına gelenin orada burada fabrika açması demek değildir. Bu bütüncül bir plan kapsamında yapılır. Bölgelerin görece üstünlüğü hangi sektörlerdedir, atıl kalmış yatırımlar nelerdir, bunlar tespit edilir, ona göre bir bütüncül plan çıkarılır, üretim yerinin tespiti, ürünün satılacağı pazarlar ve bu pazarlara ulaşım hatları. Öncelikli tercih deniz yolu olmak zorunda. Denizi hem iç hem dış taşımada hemen hiç kullanmıyoruz. Hem tarım hem sanayi merkezleri için ara elemanı yetiştiren meslek okulları, hemen bu merkezlerin yanında açılacak. Öğrenci tarım ve sanayi pratiği ile teoriği bir arada işlerken gençler için hızlı bir iş gücü kapısı da açılmış oluyor. Tarım ve sanayideki ara eleman açığı da kapanıyor. Bu bir cazibe çekim merkezidir. Şehir planlaması ve yığılmanın da önüne geçilebilir. Yani bütüncül bir sanayi planlaması şart" ifadelerini kullandı.

Uluslararası finansal sermayenin yönetiminin eksikliğine vurgu yapan Soral "Bizi son 15 yılda gelen dövizi tüketime ve inşaata yatırdık. Halbuki, üretime, fabrika kurulumuna, teknolojiye yönlendirmeliydik. Ama bu imkan bitmedi, dış finansman da kurumadı. Olay sizin hangi politikayı seçtiğinizde. Yoksa dış finansman aldığı faiz kazancına bakar" dedi.

‘HANGİ POLİTİKALARIN TERCİH EDİLDİĞİ HATIRLANMALI, SUÇU SİSTEME ATIP KAÇMAK YOK'

Tarım ve sanayi politikaları ile uyumlu olarak teknoloji geliştirilmesi gerektiğinin de altını çizen ekonomist "Kim yapacak bunu? Lise eğitimi ile, üniversite eğitimi ile, araştırma geliştirme kuruluşları ile devlet yapacak. Özel sektörü verimli üretim için teşvik edecek ama denetlemeyi de ihmal etmeyecek. Kalkınma ekonomisi bu. Ekonomi tarihine bakın. İşte Asya ülkeleri, Güney Kore, Japonya, Çin. Uygulama hep aynı. Bakın Güney Kore 1960 yılında kişi başı 158 dolar milli gelire sahipken Türkiye 509 dolardı. Bizim üçte birimizdi. 1980'de biz 1.564 dolar onlar 1.705 dolar kişi başı gelire ulaştı. Kalkınmaları aynı hızda devam etti; 2000 yılında 12 bin dolar ve 2015'de 27 bin dolar kişi başı gelire ulaştılar. Biz ise 2000'de 4.317 dolar, 2015'de 10.985 dolarda kaldık. Hangi modelle gelişti? Biraz önce saydığım modelle. Bakınız Asya bize güzel örnek Güney Kore, Japonya, Tayland bu modelle gelişirken, Malezya, Endonezya, Filipinler bizim gibi dış sermaye girişi ile tüketime yöneldi. Sanayileşme ve teknoloji gelişimini ıskaladı. Sonuç? Ekonomik buhran, işsizlik, enflasyon. Yani olayı uluslararası güçlere atarken siz kendi ev ödevinizi ne kadar yaptınız? Hangi politikaları seçtiniz bunları da düşünmek gerekiyor. Suçu sisteme atıp kaçmak yok" diye ekledi.

Etiketler : , ,

YORUM YAZ

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar; inançlara saldırı içeren ve doğru imla kuralları ile yazılmamış,ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.