TÜSİAD'dan yüksek enflasyonla ilgili kritik uyarı

TÜSİAD'dan yüksek enflasyonla ilgili kritik uyarı

TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan, içerideki politikalarla ülkenin risk primini yükselttiğini belirterek, "Enflasyondaki artış önceki dönemlerden daha hızlı" dedi.

A+A-

TÜSİAD, 2022 yılının ilk Yüksek İstişare Konseyi toplantısı için bir araya geldi.

Ekonomi yönetimine sert eleştirilerin geldiği Türkiye Sanayici ve İş İnsanları Derneği Yüksek İstişare Konseyi'nde (YİK) eleştirilerin odak noktalarını enflasyon, gelir adaletsizliği ve piyasaya yapılan müdahaleler oluşturdu. İktadar kadar muhalefete de seslenen TÜSİAD yönetimi hem iktidardan hem de muhalefetten "Somut yol haritası" istedi.

Açılış konuşmasını yapan Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan, dünyada sağ popülist hareketlerin gerilemeye başladığını dile getirdi.

Enflasyondaki artışın önceki dönemlerden daha hızlı olduğunu dile getiren Özilhan, "Enflasyon kontrolden çıkıyor, öncelik bunu önlemek ve düşürmek. Ekonomik sorunlar sık sık değiştirilen düzenlemelerle düzeltilemez. Tam tersine sık sık yapılan değişiklikler ekonomiyi bozar" ifadelerini kullandı.

YİK Başkanı Tuncay Özilhan ekonominin, kamu açığını sınırlayarak, tasarrufu teşvik ederek, cari açığı daraltarak, TL üzerindeki baskıyı azaltarak, ülke risk primini düşürerek sağlanacağını söyledi.

Özilhan'ın konuşmasındaki satır başları özetle şöyle;

"Somut yol haritası bekliyoruz"

Dünyada bir dönem sona erdi. Ama yerine geçenin ne olduğu henüz netleşmedi. Bizden kaynaklanan belirsizlikler ile yeni dünya düzenine ilişkin belirsizlikler iç içe geçiyor. İktidardan ve muhalefetten yeni dönem için net ve somut yol haritaları bekliyoruz. Beklentimiz eski ezberlerin tekrar edilmesi değil. İçinde bulunduğumuz çetrefil durumdan nasıl düzlüğe çıkacağımızın ortaya konulması. Ne tarafa baksak her yerde belirsizlik, öngörülemezlik ve güven eksikliği görüyoruz. Artık bildiğimiz güvenli limanları terk etmiş durumdayız.

"Yeni çözümler gerekiyor"

ABD - Avrupa ile Çin - Rusya aksları arasında gerilim giderek tırmanıyor. Bu tırmanışın son durağı Rusya’nın Ukrayna’yı işgali oldu. Ukrayna savaşının nasıl sonuçlanacağını bilmiyoruz ama küresel mimariyi şimdiden değiştirdiğini biliyoruz. Soğuk Savaş sonrası düzen de bozuldu. Dünyada güvenlik dengeleri yeniden kurulmaya başladı. Ekonomik konular bir kez daha ulusal güvenlik önceliklerine tabi kılınır oldu. Bu süreç küreselleşmenin en temel özelliklerini sarsıyor.

ABD’de, Avrupa’da, bazı yükselen ekonomilerde sağ popülist liderler güç kazandı. Çin - Rusya aksının küresel sistemdeki yerinin güçlenmesi bu sağ popülist dalganın yerini daha otoriter bir modele bırakmasına yol açabilirdi.

Ancak bu ülkelerde iktidar olan sağ popülist liderler şaşırtıcı olmayan bir şekilde seçmenlerin beklentilerini karşılayamadılar ve bu dalga kısmen geri çekilmeye başladı.

Bu süreç hızlanır ve küresel çaptaki otoriterleşme eğilimi son bulursa yeni dönemde siyasetin kodları da değişir.

Müdahale yoğunlaştı

Ülkemizde çok daha farklı bir süreçten geçiyoruz. Serbest piyasa modeli demeyi sürdürmemize rağmen son dönemde piyasa müdahaleleri çok yoğunlaştı. Modelle uyuşmayan uygulamalar belirsizliği arttırıyor; öngörü güçlüğü yaratıyor.

Piyasa mekanizmasının çözemediği gelir adaletsizliği sorunu dünyada sağ popülist dalganın yükselmesi, mülteci akını, yetersiz refah artışı, orta sınıfın erimesi gibi sorunlarla iç içe geçti. Enflasyonun yükselme eğilimine girmesi gelir adaletsizliğini daha da bozacak. Gelir dağılımının iyileştirilmesi için kapsamlı ve sonuç alıcı bir politikaya ihtiyaç var.

Gıda sorunu için yeni tarım politikasına ihtiyaç var

Ekonomi politikalarını bunları dikkate almadan belirlemek olmaz. Bunların başında gıda krizi geliyor. Bu süreçte gıda krizinin toplumsal gerilimleri tetiklemesi dünyadaki istikrarsızlığı artıracak. Gıda fiyatlarındaki artış ülkemizi de etkiliyor.

Türkiye’nin gıda fiyatlarındaki artışı önlemek ve tarım ve gıdadaki muazzam potansiyelini hayata geçirmek için yeni bir tarım politikasına ihtiyacı var.

Enflasyonun bütün ekonomik sorunların başı olması nedeniyle pek çok merkez bankası enflasyon artışının önüne geçmek için sıkılaşma politikaları uyguluyor. Günümüzde ülkelerin ekonomileri iç içe olduğu için ABD’nin faiz oranlarını artırması tüm diğer ülkeleri etkiliyor.

Türkiye ikinci yüzyılına, küresel mimarideki bu belirsizlikler altında giriyor. Küresel güç mücadelesi, iklim krizi ile mücadele, dijitalleşme, üretim yapısı gibi yukarıda sıraladığım alanlarda yapacağımız tercihler önümüzdeki dönemi şekillendirecek.

Batı ittifakındaki konsolidasyon, sağ popülist dalgadaki erime, otoriter rejimlerdeki güç kaybı, tedarik zincirlerinin ortak değerleri paylaşan ülkelere kaydırılması gibi yönelimler karşısında tercihlerimizi netleştirmeliyiz.

"Kalıcı düşüş sağlanmalı"

Türk lirasındaki değer kaybının ve enflasyonun ulaştığı seviyelerde, faiz oranlarıyla enflasyon arasındaki makasın geldiği bu noktada istikrarlı bir ekonomiye nasıl geçileceği sorusu da cevap bekliyor.

Enflasyondaki artış, daha önceki enflasyonist dönemlerle karşılaştırılamayacak kadar hızlı. Bu süreç göreli fiyat yapısını bozuyor.

Firmalar nasıl fiyatlama yapacaklarını bilemez hale geliyor. Tüketicilerin de fiyatlar konusunda algısı bozulmuş durumda. Enflasyon halkın satın alma gücünü eritiyor. Ücretlerin toplam gelir içindeki payı geriliyor.

Ekonomideki en büyük öncelik enflasyonun kontrolden çıkmasını önlemek ve ardından kalıcı bir düşüş sağlamak olmalı.

Aksi halde, Türkiye’nin geçmişinde olduğu gibi bir enflasyon sarmalına girmesi topluma çok yüksek bir bedel ödetir. Sorunları çözmek yerine bir süre için hafifletmek yönünde atılan adımlar geri teper.

Ekonomik sorunlar sık sık değiştirilen düzenlemelerle çözülmez.

Tam tersine, sık sık değiştirilen düzenlemeler ve piyasanın işleyişine yapılan müdahaleler karar alma ufkunu daraltır ve ekonomiyi daha da bozar.

Buna fırsat tanımadan, ekonomiyi istikrarlı ve sürdürülebilir bir raya oturtacak politikalar için uzmanların, teknisyenlerin, akademisyenlerin önerilerine kulak vermek gerekiyor. Toplumsal uzlaşma ile alınmayan kararlar istenilen sonuçları üretmez.

Hiç şüphesiz enflasyonda kalıcı bir düşüş üretim yapısını değiştirmeden sadece para politikalarıyla sağlanamaz.

Fiyat istikrarı çok iyi bir planlamayla, kıt kaynakları istihdam yaratan, ihracat şansı olan sektörlerde değerlendirerek, israfı önleyerek, yatırımları verimlilik artışı sağlayacak projelere yönlendirerek, kamu açığını sınırlayarak, tasarrufu teşvik ederek, cari açığı daraltarak, TL üzerindeki baskıyı azaltarak, ülke risk primini düşürerek sağlanır.

"Fakirleşerek büyüyoruz"

TÜSİAD Başkanı Orhan Turan da özetle şu noktalara dikkat çekti:Rekabetçi kur, yüksek ihracat ve cari fazla mantığıyla kurgulanan ama günümüz kalkınma anlayışı ve pratiğiyle yeterince örtüşmeyen politikalar kalkınma açısından istenilen sonuçları vermiyor. Büyüme kalkınma için tek başına yeterli olmuyor, hatta maalesef fakirleşerek büyüyorsunuz.

Artık ucuz TL ve ucuz iş gücü ile ihracatta rekabet avantajı kazanma devri, yerini yüksek nitelikli işgücüyle ve teknolojiyle yüksek katma değer yaratmaya bıraktı.

İşte dünyada böylesi sert bir dönüşüm yaşanırken Türkiye’de bir türlü tam anlamıyla kontrol altına alamadığımız enflasyon, dünyada 1970’leri anımsatan enflasyonist baskının da etkisiyle üç rakamlı eşiğe doğru hızla ilerliyor. Enflasyonla mücadelede tüm dünya faizleri artırarak frene basmayı tercih ederken biz uzun süredir hem kurun yükselmesine ve hesap yapılamamasına yol açan hem de tasarruf sahiplerini cezalandıran bir para politikası izliyoruz. Bundan dolayı vergi mükellefleri ve hazine gereksiz bir yükü taşımak durumunda kalıyorlar.

Akran ülkelerle kıyasladığımızda dünyada hem en yüksek enflasyona hem de son derece yüksek risk primine sahip ülke konumundayız. Nitekim bu hafta 19 yılın en yüksek CDS seviyesini de gördük.

"Eşitsiz gelir demokratik sistemi zedeler"

İzlenen ekonomi politikalarının yarattığı koşullarda gelirler hızla eriyor. Özellikle sabit gelirliler enflasyon baskısını en derinden hissediyor. Kentli, eğitimli orta sınıfların gelirleri de erozyona uğruyor. Unutmayalım ki, orta sınıfı güçlü olmayan bir ülkede demokrasi zayıflar. Eşitsiz gelir dağılımı demokratik sisteme yönelik inancı zedeler.

Ekonomik konularda da içeride atacağımız rasyonel ve reformist adımlarla, kurumların güçlendirilmesiyle konumumuzu sağlamlaştıracağımıza inanıyoruz. Küresel ekonomideki dönüşüme ayak uydurarak dünya ekonomisinden daha yüksek bir pay alacağımız, refahımızı artıracağımız bir yola girmeliyiz.

Yargı bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü, uluslararası taahhütlere sadakat, düşünce ve ifade özgürlüğü toplumumuz ve ekonomimiz açısından birer lüks değil gerekliliktir. Yargı bağımsızlığının ağır bir erozyona uğraması, vatandaşların adalete güvensizliğinin başlıca nedenidir. Hepimizin bildiği gibi adalet mülkün yani devletin temelidir. O temel sağlam olmak zorundadır.

"Gençler kaygılı"

Gençlerimiz her şeyden önce duyulmak ve dikkate alınmak istiyorlar. Anlaşılmadıklarına, ailelerinden ve okullarından yeterli desteği alamadıklarına inanıyorlar. Gelecekle ilgili derin kaygıları var. Gözleri, sahip olunan özgürlükler ve olanaklar nedeniyle gıpta ile baktıkları diğer ülkelerde. Liyakatin kıymetinin olmadığını, yükselmenin çalışmaktan, emek vermekten değil doğru bağlantılara sahip olmaktan geçtiğini düşünüyorlar. Kurumlara güvenleri çok düşük. Kadınların toplumsal, ekonomik, siyasal hayata katılımının önünde çok fazla engel olduğunu gözlemliyorlar.

Yeri gelmişken cinsiyet eşitliği konusuna da değinmek istiyorum. Dünyanın pek çok gelişmiş ülkesinden önce kadınların siyasi haklara sahip olduğu, eşit vatandaş statüsüne kavuştuğu bir ülkeyiz. İstanbul Sözleşmesine geri dönülmesi gerektiğini düşündüğümüzü de bir kez daha tekrar edeyim.

İlgili Haberler